26 Ağustos 2025 - Salı

30 Ağustos Zaferin Bir Zaman Karesi Değil, Zaman İçindeki Bir Sızıntı

30 Ağustos Zafer Bayramı, çoğu zaman zaferin görkemli anlarına odaklanan, zaferin küllerinden doğan milli gurura uzanan bir el olarak anlatılır.

Yazar - Erdem Talaş
Okuma Süresi: 7 dk.
Erdem Talaş

Erdem Talaş

talaserdem@gmail.com -
Google News
Ancak ben bu köşe yazısında “zafer” kelimesinin ardında saklı olan, zamanı eritip yeniden şekillenen küçük anlara odaklanmak istiyorum. Çünkü zafer sadece meydanlarda atılan adımların, politik beyanların veya askeri stratejilerin sonucunda mı belli olur? Yoksa her gün, her sabah, her kahvede, her evin kapısı ardında saklı duran bir içsel güçle mi kurulur? Bir sabahın kahverengi ışığında, sokakların henüz ıslak olduğu o saatlerde, birinin bağırtısı değil de birinin sessizliği zaferin başlangıcıdır. Zafer, çoğu kişinin gözünden kaçan bir farkındalık anında doğar: İnsanların dayanıklılığı, sıradan insanların sırlarını sürdürme yeteneği, günlük yaşamı iki yüzlüce sürdürürken bile umut kırıntılarını elinden bırakmaması. 30 Ağustos, bir ordunun değil, bir toplumsal hafızanın, bir kuşağın, bir kuşun kanat çırpışının adıdır belki de. Biraz sıradanlıkla kutlayalım bu bayramı. Yani zaferin reklam panolarından yükselen gururları yerine, her mahallede tek tek büyüyen kahramanları düşünelim: Annenin evin içinde parmaklarını yontan sabırla pişirdiği yufkaları, babanın işinden dönerken evin kapısında sakince gülümsediği anı, komşunun tıkırtı ile serenat yapan çocuklar. Zafer, bu içsel ritmin dışavurumu değil mi? Zamanın akışını yavaşlatmak, çocukların karnını doyuran ev yapımı yemeklerin sıcaklığını hissetmek, yarınki günü bugün yapan insanların çizgilerini fark etmek. Biraz da tarihsel bir zemin. 30 Ağustos, sadece askeri bir dönemeç değildir; zamanın kendine has bir tekerleğiyle dönüp durduğu noktadır. Anadolu’nun sıcak topraklarında, gökyüzünün mavisinin ve tozun birbirine karıştığı anlarda, insanların gündelik hayatları da savaşları ve zaferleriyle birlikte yeniden yazılır. Ancak bu yazım, tarih kitaplarındaki pırıltılı satırları tekrarlamak istemiyor. Onların ötesinde, mavi balkonlardan yükselen çiçek kokusunu, rüzgârın tohumları taşıdığı o sessiz anları hatırlatmak istiyorum. Bir köşe yazısı olarak, “zafer nasıl hissettirilir?” sorusunu kitleyecek bir reçete değil, kendi iç sesimi paylaşmak isterim. Zafer, bir gurur cümlesine indirgenemez; çünkü gurur da ezberlenmiş bir cümleden ibaret olsa bile, her bireyin kendi yaşamında yeniden yazması gereken, hissedenlere özgü bir tecrübedir. İnsanlar, zaferi kendi akışlarıyla özdeşleştirirler: bir öğrencinin sınavından gelen aydınlık an, bir emekçinin uzun çalışma saatlerinden sonra gelen dinleniş, bir yazarın kelimelerinin arasından çıkan küçük bir kahkaha. 30 Ağustos, bu küçük kahkahaların miktarını düşürmeden, aksine çoğaltan bir hatırlatma olabilir. Köşe yazılarında bazen “üst düzey milliyetçilik” düzleminde gezilir; ama ben bu yazıda, milliyetçiliği daha insani, daha kırılgan ve daha gerçek bir boyutta ele almak istiyorum. Çünkü zafer, bir topluluğun tekilliğinden doğduğu gibi, her birimizin çoklu kimliklerini, hobilere, inançlara, mahallelere ve hatta yalnız kalmaya ihtiyaç duyan ruhlarımıza da dokunabilir. Bir mahalledeki çocukların toplu oyunları, yaşlıların engin tecrübelerinin paylaşıldığı banklar, gençlerin dijital dünyada kurdukları yeni topluluklar hepsi bu büyük zamanın parçasıdır. Ve 30 Ağustos, bu parçaların birbirine uyumlanması için bir hatırlatıcıdır: Biz burada birlikte varız ve bu varlık, zaferin en hakiki yüzünü taşır. Şu anki dünyaya baktığımda, zaferden çok dayanıklılık kavramı aklıma geliyor. Günümüzün belirsizlikleri, ekonomik dalgalanmalar, teknolojinin hızına yetişmeye çalışan gençler ve yetişkinler arasında kurulan ince denge bu denge, zaferin modern yüzüdür. Zafer, sloganlardan, anekdotlardan ve vecizelerin ötesine geçer; bireylerin kendi içlerindeki sarsıntıları, korkuları ve cesaretleriyle başa çıkmalarını gerektirir. Akıllı şehirler kurmak, dijital mahalleleri güvenli kılmak ve geçmişin hatalarından ders almak, bugün için yeni biçimde zaferlerin ifşasıdır. Bir de en yalın yanını düşünelim: hatıralar. 30 Ağustos, bir kuşağın hatırlama ritüelidir. Ebeveynlerimizin, büyüklerimizin anlattığı savaşlar ve kahramanlık öyküleri, bugün çocuklarımıza sadece kahramanlık dersi değil, ahlak dersleri de verir. Bu dersler, öfkeyi nasıl yönlendireceğimizi, adaleti nasıl arayacağımızı ve dayanışmanın nasıl kurulacağını öğretir. Zafer, hatıralarımızın temizliğini isteyen bir gün değildir. Zafer, hatıralarımızı hatırlarımızda canlı tutup, onları bugün ve yarın için bir rehber haline getirme günüdür. Bu yüzden bu yılki 30 Ağustos’a alışıldığın dışında bir köşe yazısı yazayım istedim: Zaferi, toplumsal hafızanın derinliklerinde yankılanan bir ses olarak dinleyelim. Sözlerimizin ötesine geçip, yüzlerimizin ifadesinde, ellerimizin çalışmasında, akıllarımızın dayanma gücünde kendisini gösteren zaferi arayalım. Ve en önemlisi, bu zaferi kendi yaşamımızın her alanında yeniden kurmaya dair bir sorumluluk hissedelim: Sadece devletin, orduyun veya siyasetçilerin üzerine atılan bayraklar değil, bizim günlük tercihlerimiz, komşuluk ilişkilerimiz ve toplumsal dayanışmamız zaferin gerçeğini inşa eder. Bir teşekkürümüz olsun bu yılki kutlamalara; geçmişin hatalarını affedip, bugünümüzün imkanlarını kucaklamamız için. Zafer, geçmişin üzerindeki tozları silmekten çok, geleceğe dair umut tohumları ekmektir. Bu tohumlar, mahallelerimizin sessiz köşelerinde filizlenecek, okul bahçelerinde çocukların oyunlarına karışacak ve belki de en önemli olarak, farklılıklarımızı zenginliğe dönüştüren bir toplumun temel taşı olacaktır. Sonuç olarak: 30 Ağustos Zafer Bayramı, yalnızca geçmişe bir bakıştır. Aynı zamanda geleceğe dair bir davettir. Bizi birbirimize bağlayan ve zamanla daha derinleşen bu bağ, zaferin kendisidir. Bu bayramı, alışıldığın dışında bir bakış açısıyla kutlayalım: Zafer, büyük bir meydanın coşkusinde değil, her günün küçük kahramanlarında, dayanışmanın ve umudun günlük uygulamalarında kendini gösterir. Zamanı eritip yeniden şekillendiren, hatıraları canlı tutan ve geleceğe ışık saçan bir zafer bu; içimizdeki en cesur, en insani ve en dayanıklı yanımızın zaferi.
#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Tüm Yazıları