13 Haziran 2020 - Cumartesi
Rektör nasıl olmalı?
Yazar - Yazar Hakan Dikmen
Okuma Süresi: 6 dk.
Yazar Hakan Dikmen
hakandikmen30@gmail.com -Atatürk Üniversitesi rektör ataması ile ilgili son günlerde açıktan olmasa
da el altından hareketli günler yaşanmakta. Yazdıklarımıza istinaden tabii
ki takdir ve teşekkür aldığımız olduğu kadar, eleştirilere de muhatap
oluyoruz! Neden yazıyorsun? Mensubu ve mezunu olduğum
üniversiteye, şehrime ve ülkeme de sevdalı olduğumu beni tanıyanlar
bilir. Akademik hayatında 63. senesini dolduran bir üniversitenin, dünya
ve ülke sıralamasındaki yeri, bilim üretmedeki konumu, ulusal ve
uluslararası arenadaki patent ve buluşları, ülkemiz ve dünyadaki başarılı
öğrencileri zaviyesinden kalem ve kelam yazmaya çalışıyorum. Bunu da
mı yapmayayım? Peygamber ( S.A.V) efendimiz; Ya öğreten ol, ya
öğrenen ol, ya dinleyen ol, ya da ilmi seven ol! Sakın beşincisi olma
helâk olursun, buyurmaktadır!
Üniversiteleri ülke ve toplum olarak günlük siyasetin dışında, olması
gereken özerk yapısı ve politika üstü kurumlar olarak muhafaza
edemedik! Neden acaba? Nedeni çok basit. Sistemden karşılıklı olarak
beslenenler, birbirini yağlayıp, balladığı için olabilir mi? Bilim ve
teknolojide gelişmiş dünya üniversiteleri, üst düzey araştırmaların
yapıldığı ve evrensel anlamda dünyanın her alanda ihtiyacı olan mesleki
bilgilerin teorik ve pratik anlamda öğretildiği ve üretildiği yerlerdir. Biz
neredeyiz? Bu yapıdaki üniversiteler sadece bilgi, beceri ve beynini
kullanan bilim insanları ile ilgilenir ve mümkün olduğunca da kaliteli ve
kapasiteli bilim insanlarını bünyelerinde tutmaya çalışır. Peki, biz bu işin
neresindeyiz acaba? Bizden değil diye kimleri sevdalı olduğu
üniversitesi, şehri ve ülkesine küstürdük? Başka şehir ya da ülkelere
gitmesine sebebiyet verdik? Bilemiyorum!
Üniversiteler, bilim insanı akademisyenlerin ne dinleri, ne ırkları, ne de
yaşam tarzları ile ilgilenir! Sadece ülkesi adına ciddi projelerinin olup
olmadığı ve başarılı işlerle uğraşıp uğraşmadıklarına bakmalıdır! Bizdeki
durum ise, projesi olan akademisyenler, idareye yakın ya da idarenin
adamı olmadığı kaygıları ile ve idarenin çevresindeki ehliyetsiz ve
kifayetsiz muhterisler tarafından mobbinge maruz kalır ve
engellenmeye çalışılır! İdare böyle akademisyenleri bilemez ve
tanıyamaz! Böyle akademisyenleri sadece küstürmüş olursunuz! Sosyal
bilimcilerin yazdığı makaleler, ulusal ve uluslararası camiada ciddiye
alınır, yazılan kitaplar sadece ulusal sınırda kalmaz ve evrensel anlamda
da saygı görür! Var mı böyle bir akademisyenimiz? Ya da böyle bir
çalışması olan akademisyen için ne gibi destek, ya da engelleme ve
kösteklerde bulunduk? Bilemiyorum! Üniversiteler insanlığın bir sorununu
çözmeye hizmet eder, yeni buluş ve yeni patentlere kapı aralar, bu
çalışmaların sonuçları, önce araştırmanın yapıldığı üniversiteye, şehre
ve ülkeye de ekonomik katkı sağlamalı ve faydaya dönüşmelidir,
diyorum! Var mıdır bir örneğimiz?
Üniversiteler, evrensel ölçekte bilim ile ilgili bilgilerin öğretilmesi ve
sahada uygulanabilir hale gelmesi için bilim üretilen yerlerdir!
Üniversiteler her türlü dünya görüşünün tartışıldığı ve saygı gördüğü,
üniversite kimliğinin olmaz ise olmazıdır! Üniversite, her türlü
düşüncenin hür ve bağımsız olarak, kimseden çekinmeden ve
korkmadan savunulduğu ve tartışıldığı yerlerdir, diyoruz! Peki,
uygulamaya gelince! İdare ve idareye yakın kifayetsiz ve ehliyetsiz,
çapsız ve yardakçıların kılıcı idealist akademisyenlerin tepesinde her an
sallanmakta mıdır? Bilemiyorum! Rahmetli Turgut Özal; Benim
yaptıklarıma hayalleri bile erişemez, diyordu! Elbette ki bu bir çap
meselesidir. Çapsız, yandaş ve yardakçılarda bilim ve iş üretemezsiniz!
Bu tipler, sadece ve sadece dedikodu üretirler! Üniversitelerde bilim
öğrenen ve öğretenler, birlikte çalıştıkları bilim insanlarından “akademik
duruş” olarak ifade edilen, ahlaki erdemleri de birlikte öğrenir ve
öğretirler! Dünyevi kaygılar için ahlaki erdemler çiğnenmemelidir! Şimdi
diyeceksiniz ki; Üniversite ve akademik dünyadan, çok şey istiyor ve
bekliyorsun? Beklemeyelim mi? Saldım çayıra, Mevla kayıra, kabilinden
olsun, öyle mi?
Üniversiteler, mezkûr düşünce, duruş ve bakış açısına kavuşmadan
kurumsallaşamayacağı, bilim geleneği oluşamayacağı ve ülke olarak da
zaman kaybedeceğimizi unutmamak gerekir! Üniversitelere ideolojik
veya siyasi kimlik kazandırmak yerine, ülkemizin kalkınması ve saygın
bir konuma gelmesi için üniversite ve sanayi işbirliği, bilim kurumları ve
akademisyenlerin de bilim ve teknoloji üretmesinin önü açılmalıdır,
diyorum!
Şimdi yazımızın başına dönelim ve tekrardan bir kez daha soralım! Bir
üniversiteye rektör adayı olan akademisyenin üniversitesi, şehri ve ülkesi
adına kaygısı, dertleri ve projeleri olmalı mıdır? Yoksa onun adamı,
şunun yakını, bilmem kimin damadı, oğlu, kızı gelini veya şuraya yakın,
buraya yakın, şu partinin veya bu ekolün adamı şeklinde uzayıp giden
aracılar yeterli midir? Tabi ki referans aranmalı fakat asıl olan ehliyet,
liyakat, kifayet ve ahlak olmalıdır! Aksi halde, açık, şeffaf ve hesap
verebilir bir yönetimi nasıl oluşturacaksınız? Eğer, böyle bir saik ile rektör
ataması yapılacaksa, üniversite ve rektörden, ne bilim, ne akademik
çalışma, ne de şehri ve ülkesine fayda ve katkı beklemek hayal olmalıdır,
diyorum! Elbette ki, böyle bir durumda da, eş, dost ve tanıdıklar,
üniversitenin her biriminde işe alınmaya ve atanmaya başlanacaktır!
Atatürk Üniversitesi gibi, Erzurum merkez ilçelerinin yıllık bütçesinin iki
katı mali tablosu ve bütçesi olan, köklü ve kurumsallaşmış bir kurum ve
kurumun başına, atama yapmayı düşündüğümüz rektör adayının elbette
ki üniversitesi, akademisyenler, ülkemizin geleceği göz bebeği
öğrenciler, şehri ve ülkesine fayda ve katma değer üretebilmek adına,
bir diyeceği, bir sözü, bir derdi, elle tutulur ve gözle görünür
uygulanabilir projeleri, olmalıdır, diyorum!
Yorumlar (0)
Tüm Yazıları